Çocukluk dönemi, bir insanın hayatında önemli bir yere sahiptir. Bu dönem, bir insanın kişilik ve karakterinin oluşumunda büyük rol oynar ve yetişkinliğe geçişte önemli bir etkiye sahiptir. Olumlu ve olumsuz çocukluk yaşantıları, yetişkinlik döneminde kişinin davranış ve düşüncelerini etkileyebilir.

Olumlu çocukluk yaşantıları, kişinin sağlıklı bir kişilik gelişimine yardımcı olur. Bu yaşantılar, çocuğun düşüncelerini ve davranışlarını olumlu yönde etkileyerek, onun daha olgun ve sağlıklı bir birey olmasına yardımcı olur. Olumlu çocukluk yaşantıları arasında, sevgi, ilgi, güven, özgüven ve sosyal ilişkiler yer alır. Bu yaşantılar, kişinin gelecekteki ilişkilerini olumlu yönde etkileyerek, onun daha mutlu ve sağlıklı bir yetişkin olmasına yardımcı olur.

Olumsuz çocukluk yaşantıları ise, kişinin kişilik gelişimine zarar verebilir. Bu yaşantılar, çocuğun düşüncelerini ve davranışlarını olumsuz yönde etkileyerek, onun daha olumsuz ve sağlıksız bir birey olmasına neden olabilir. Olumsuz çocukluk yaşantıları arasında, şiddet, sevgi eksikliği, güvensizlik, özgüven eksikliği ve sosyal izolasyon yer alır. Bu yaşantılar, kişinin gelecekteki ilişkilerini olumsuz yönde etkileyerek, onun daha mutsuz ve sağlıksız bir yetişkin olmasına neden olabilir.

Çocukluk döneminde yaşanan olumlu ve olumsuz yaşantılar, yetişkinlik döneminde kişinin düşüncelerini ve davranışlarını etkileyerek, onun hayatını olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilir. Çocukların olumlu çocukluk yaşantıları geçirmesi için onların ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Bu ihtiyaçlar arasında, fiziksel ihtiyaçların yanı sıra, duygusal ve sosyal ihtiyaçların da yer alması gerekir. Çocukların duygusal ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanması, onların sağlıklı bir kişilik gelişimine yardımcı olur.

Olumsuz çocukluk yaşantılarının etkileri, çocukluk döneminden yetişkinliğe geçiş sırasında ortaya çıkabilir. Bu yaşantılar, çocuğun düşüncelerini ve davranışlarını olumsuz yönde etkileyerek, onun daha olumsuz ve sağlıksız bir birey olmasına neden olabilir. Olumsuz çocukluk yaşantılarının etkileri, çocuğun gelecekteki ilişkilerini de olumsuz yönde etkileyebilir.

Olumsuz çocukluk yaşantılarının etkilerini azaltmak için, çocukların ihtiyaçlarının karşılanması ve onlara sevgi, ilgi, güven ve özgüven verilmesi gerekir. Ayrıca, çocukların sosyal ilişkiler kurmalarına yardımcı olunmalı ve onların duygusal ihtiyaçlarının karşılanmasına özen gösterilmelidir. Bu sayede, çocukların olumlu çocukluk yaşantıları geçirmesi ve sağlıklı bir kişilik gelişimine yardımcı olunması mümkün olabilir.

Sonuç olarak, çocukluk dönemi, bir insanın hayatında önemli bir yere sahiptir ve olumlu ve olumsuz çocukluk yaşantıları, yetişkinlik döneminde kişinin davranış ve düşüncelerini etkileyebilir. Bu nedenle, çocukların ihtiyaçlarının karşılanması ve olumlu çocukluk yaşantıları geçirmesi önemlidir.

 

Mert Özaydın

İnsan ve Fal

İnsanların fal baktırma ihtiyacı hissetmesinin birçok nedeni olabilir. Bunlardan bazıları;

  • Gelecekle ilgili endişe hissetmek: İnsanlar gelecekleri hakkında bilgi sahibi olmak isteyebilirler ve fal baktırmak bu konuda bir çözümmüş gibi gelmiş olabilir.
  • Karar verme sürecinde yardım: İnsanlar zor bir karar verirken, insiyatif almak yerine fal baktırarak hangi kararı alması gerektiği konusunda fikir edinmek isteyebilir.
  • Ruhsal tatmin: Fal baktırma, insanların kendilerine yönelik sadece bir tatmin kaynağı olabilir.
  • Merak: İnsanlar fal baktırmayı sadece merak ettikleri için de yaptırabilirler.
  • Kültürel etkiler: Belirli toplumlarda veya inanç sistemlerinde, fal baktırma bir gelenek haline gelebilir ve insanlar bu geleneği sürdürmek için fal baktırma ihtiyacı hissederler.

Fal baktırmak, gelecekle ilgili hissedilen endişeli durumlara cevap bulma ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir yöntem olarak değerlendirilebilir. İnsanların gelecekle ilgili endişe duymaları ve bu endişelerini giderme ihtiyaçları, evrimsel olarak insanların hayatta kalmalarını sağlayan önemli bir mekanizmadır.

Fal baktırmak, insanların gelecekle ilgili endişelerini azaltmaya yardımcı olabilir ve insanların karar verme sürecinde daha rahat hissetmelerine yardımcı olabilir. Bu yöntem, insanların gelecekle ilgili belirsizlikleri azaltmaya yardımcı olarak, insanların stres seviyelerini düşürmeye de yardımcı olabilir.

Fal baktırmak ayrıca, insanların kendine güvenlerini arttırmaya yardımcı olabilir. İnsanların kendine güvenleri, insanların kendilerine olan inançlarını ve kendi yeteneklerinin farkındalığını yansıtır. Fal baktırma sonucunda insanların kendi yeteneklerine dair olumlu geri bildirimler almaları, kendine güvenlerini arttırmaya yardımcı olabilir.

Sonuç olarak, fal baktırma, insanların gelecekle ilgili endişe ve belirsizliklerini azaltmaya, karar verme sürecinde yardımcı olmaya ve kendine güvenlerini arttırmaya yardımcı olabilen bir yöntem olarak değerlendirilebilir.

 

İnsanların gelecekle ilgili endişelerini gidermek, geleceği kontrol etmek ya da hayatları ile ilgili karar alma sorumluluğundan kaçınmak için fal baktırmayı tercih etmeleri yerine, aşağıdaki yöntemleri de tercih edebilirler:

  1. Kendi kendine yardımcı olma yöntemleri: İnsanlar, stresle başa çıkmaya yardımcı olabilecek kendi kendine yardımcı olma yöntemlerini öğrenebilirler. Örneğin, meditasyon, nefes egzersizleri, müzik dinleme gibi yöntemler stresi azaltmaya yardımcı olabilir.
  2. Profesyonel yardım: Eğer endişeleriniz çok ciddi veya yönetilemez hale gelmişse, bir psikolog ya da psikiyatr gibi bir profesyonel danışmanlık hizmeti alabilirsiniz. Bu profesyonel yardım, insanların gelecekle ilgili endişelerini azaltmaya ve karar verme sürecinde yardımcı olmaya yönelik yararlı olabilir.
  3. Planlama yapma: Gelecekle ilgili endişelerinizi azaltmak için, gelecekle ilgili planlar yaparak belirsizliği azaltabilirsiniz. Örneğin, bir iş görüşmesi için hazırlanmak için önceden bir özgeçmiş oluşturarak, gelecekle ilgili endişelerinizi azaltabilirsiniz.
  4. Kendinize güvenme: İnsanların gelecekle ilgili endişelerini azaltmalarına yardımcı olabilecek bir başka yöntem de, kendilerine güvenmeyi öğrenmektir. Kendinize güvenmek, insanların kendi yeteneklerine ve kendi kararlarına güvenmelerine yardımcı olabilir.

Bu sadece birkaç örnektir, insanların gelecekle ilgili endişelerini azaltmak için birçok farklı yöntem de tercih edilebilir. Anahtar, insanların kendi ihtiyaçlarına ve tercihine göre bir yöntem seçmeleridir.

 

Sonuç olarak, insanların hayatlarını baktırdıkları falların sonuçlarına göre organize etmeleri tavsiye edilmez. Fal baktırma yöntemlerinin doğruluk oranlarının düşük olması nedeniyle, fal baktırma sonuçlarının gelecekte gerçekleşecek olayları doğru tahmin etme güvenilirliği tartışmalıdır ve fal baktırma yöntemlerinin gelecekle ilgili tahminlerinin doğruluğu konusunda bir garanti verilememektedir.

Bu nedenle, insanların hayatlarını organize etmek için daha güvenilir olanaklara başvurmaları daha uygun olacaktır. Örneğin, insanlar kendi hedeflerini belirleyerek, bunları gerçekleştirme yollarını araştırarak ve gelecekle ilgili planlar yaparak hayatlarını organize edebilirler.

SİNİR VE ÖFKEYİ ANLAMAK VE YÖNETMEK

Sinir ve öfke gibi duygular insanlar üzerinde her zaman bulunmuştur ve bunların sebepleri çeşitlilik göstermektedir. Öfke genellikle bir istek veya beklentinin yerine getirilmemesi veya bir olumsuz olay nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Öfke, aynı zamanda insanların kendilerini veya sevdiklerini tehdit eden bir durumla karşılaştıklarında da ortaya çıkabilir. Sinir ise genellikle stres, yorgunluk, aşırı meşguliyet ve benzeri nedenlerle ortaya çıkmaktadır.

 

İnsanlar sinirlenmeyi ve öfkeyi farklı şekillerde ifade etmişlerdir. Bazıları bu duyguları fiziksel olarak ifade ederken, bazıları bu duyguları dil ve beden dilini kullanarak ifade etmeyi tercih edebilir. Öfke ve sinir duygularını yönetme yeteneği insanların kişisel gelişimine ve iletişim yeteneklerine önemli katkılar sağlar. Öfke ve sinir duygularını yönetmeyi öğrenmek, insanların sağlıklı ve olumlu ilişkiler kurmalarına yardımcı olabilir.

İnsanların öfkeli ve sinirli hissetmelerine sebep olabilecek pek çok faktör vardır. Bunların bazıları şunlardır:

  1. Stres: İnsanların işleri, eğitimleri veya aile yaşamları gibi pek çok farklı alanda stres yaşayabilecekleri durumlar olabilir. Stres, öfke ve sinir duygularını tetikleyebilir.
  2. Yorgunluk: İnsanların uyku eksikliği veya aşırı yorgunluk durumlarında, öfke ve sinir duyguları daha sık ortaya çıkabilir.
  3. Aşırı meşguliyet: İnsanların birçok iş ve görevleri olduğu durumlarda, öfke ve sinir duyguları daha sık ortaya çıkabilir.
  4. İletişim problemleri: İnsanların birbirleriyle iletişim kuramaması veya yanlış anlaşılmaları durumlarında, öfke ve sinir duyguları ortaya çıkabilir.
  5. Beklentilerin yerine getirilmemesi: İnsanların beklentilerinin yerine getirilmemesi durumlarında, öfke ve sinir duyguları ortaya çıkabilir.

 

Bu gibi durumlarla baş etmek için bazı öneriler şunlardır:

  1. Stres yönetimi: Stres yönetimi teknikleri, insanların stres altında olmadıkları durumlarda daha sağlıklı ve olumlu bir yaşam sürdürebilecekleri için önemlidir. Bu teknikler arasında meditasyon, nefes egzersizleri, günlük yürüyüşler ve yoga gibi fiziksel aktiviteler sayılabilir.
  2. Uyku düzeni: İnsanların yeterli miktarda uyku almaları, öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilir.
  3. Aşırı meşguliyeti azaltma: İnsanların kendilerine veya diğer insanlara verdikleri sözlerin sayısını azaltarak aşırı meşguliyeti azaltabilirler.
  4. İletişim kurma: İletişim kurma yeteneği insanların öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilir. İletişim kurarken, karşı tarafı anlamaya çalışmak ve onların nedenlerini anlamaya çalışmak, iletişim sırasında öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilir.
  5. Beklentileri gerçekçi kılma: İnsanların beklentilerini gerçekçi kılmaları, öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilir. Beklentilerin yerine getirilememesi durumunda, insanlar beklentilerini yeniden gözden geçirmeyi düşünebilirler ve bu sayede öfke ve sinir duygularını azaltabilirler.

 

Bu öneriler, öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilir ancak her insan için geçerli olabilecek çözümler olmayabilir. Öfke ve sinir duygularını yönetmeyi öğrenmek için, kişinin kendine uygun çözümler bulmayı deneyebilir ve bu çözümleri denemeye devam edebilir. Ayrıca, profesyonel yardım almak da öfke ve sinir duygularını yönetme konusunda yararlı olabilir.

 

Öfke ve sinir duyguları, insanların psikolojik, fizyolojik ve davranışsal yanıtları olarak ortaya çıkabilir. Bu duyguların ortaya çıkışını etkileyen pek çok faktör vardır ve bunlar arasında çocukluk yaşantıları ve ailelerin rol model ilişkileri de yer almaktadır.

 

Çocukluk yaşantıları, öfke ve sinir duygularının ortaya çıkışını etkileyebilir. Örneğin, çocukluk döneminde olumsuz bir yaşantı yaşayan bireylerin, öfke ve sinir duygularını daha sık yaşama olasılıkları daha yüksektir. Ayrıca, çocukluk döneminde rol model olarak gördükleri aile bireylerinin öfke ve sinir duygularını nasıl yönetip yönetmediği de öfke ve sinir duygularının ortaya çıkışını etkileyebilir.

 

Ailelerin rol model ilişkileri de öfke ve sinir duygularının ortaya çıkışını etkileyebilir. Örneğin, çocuğun gözlemlediği aile içi iletişim tarzı ve çatışmalar, çocuğun öfke ve sinir duygularını nasıl yöneteceğine ilişkin örnekler oluşturabilir. Aile bireyleri arasındaki iletişim tarzının yapıcı ve olumlu olması, çocuğun öfke ve sinir duygularını daha sağlıklı bir şekilde yönetmeyi öğrenmesine yardımcı olabilir.

 

Bu bağlantıların yanı sıra, öfke ve sinir duygularının ortaya çıkışını etkileyen pek çok diğer faktör de vardır. Örneğin, kişinin genetik yapısı, stres düzeyi, uyku düzeni ve benzeri faktörler de öfke ve sinir duygularının ortaya çıkışını etkileyebilir.

 

Aşırı öfke ve sinir duyguları, insanların sosyal ilişkilerine olumsuz etkilerde bulunabilir. Öfke ve sinir duygularının aşırı seviyede olması, insanların iletişim kurma yeteneklerini olumsuz yönde etkileyebilir ve bu durum sosyal ilişkilerde problemlere neden olabilir. Öfke ve sinir duygularının aşırı seviyede olması, insanların diğer insanlarla iletişim kurarken kendilerini anlatamamasına, anlaşılmamasına veya yanlış anlaşılmasına neden olabilir. Aşırı öfke ve sinir duyguları, insanların diğer insanlarla ilişkilerini olumsuz yönde etkileyebilir ve bu durum sosyal ilişkilerde gerilim ve çatışmalara yol açabilir.

 

Bu durumlarla başa çıkmak için bazı öneriler şunlardır:

  1. Öfke ve sinir duygularını yönetmeyi öğrenme: Öfke ve sinir duygularını yönetmeyi öğrenmek, insanların aşırı öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilir. Öfke ve sinir duygularını yönetmeyi öğrenmek için, insanlar meditasyon, nefes egzersizleri, günlük yürüyüşler ve yoga gibi fiziksel aktiviteler yapabilirler. Ayrıca, profesyonel yardım almak da öfke ve sinir duygularını yönetme konusunda yararlı olabilir.
  2. İletişim kurma: İletişim kurma yeteneği, insanların öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilir. İletişim kurarken, karşı tarafı anlamaya çalışmak ve onların nedenlerini anlamaya çalışmak, iletişim sırasında öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilir.
  3. İç dünyaya odaklanma: İnsanların kendi iç dünyalarına odaklanmaları, öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilir. Öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilecek bazı iç dünya odaklı aktiviteler şunlar olabilir: yoga, meditasyon, müzik dinleme, resim yapma ve benzeri aktiviteler. Bu aktiviteler insanların iç dünyalarına daha fazla odaklanmalarına ve dolayısıyla da öfke ve sinir duygularını azaltmalarına yardımcı olabilir.
  4. İnsanların kendi içlerinde bulunan kaynaklarına başvurmaları: İnsanların kendi içlerinde bulunan kaynaklarına başvurmaları, öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilir. Örneğin, insanlar kendi içlerinde bulunan güç ve yeteneklerine başvurarak, öfke ve sinir duygularını azaltabilirler.

 

Bu öneriler, öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilir ancak her insan için geçerli olabilecek çözümler olmayabilir. Öfke ve sinir duygularını yönetmeyi öğrenmek için, kişinin kendine uygun çözümler bulmayı deneyebilirler.

Aşırı öfke ve sinir duygularını yönetmeyi öğrenmek için psikoterapi seçeneği de değerlendirilebilir. Psikoterapi, bir terapist ve birey arasında gerçekleştirilen güvenli ve gizli bir ortamda yapılan bir tür psikolojik yardım olarak tanımlanabilir. Psikoterapi, bireyin öfke ve sinir duygularını yönetmeyi öğrenmesine yardımcı olabilir. Öfke ve sinir duygularını yönetmeyi öğrenmek için, birey terapistlerinin yönlendirmesiyle çeşitli teknikler öğrenebilir ve bu teknikleri uygulayarak öfke ve sinir duygularını azaltmayı öğrenebilir.

 

Ancak, psikoterapi seçeneğinin etkili olup olmayacağı bireylerin kişilik yapıları, yaşadıkları problemler ve benzeri faktörlere göre değişebilir. Bu nedenle, aşırı öfke ve sinir duyguları problemi yaşayan bireyler, terapistlerinin yönlendirmesiyle hangi yöntemlerin daha işe yarayacağı konusunda danışabilirler. Ayrıca, psikoterapi seçeneğinin yanı sıra, diğer tedavi yöntemleri de değerlendirilebilir.

Örneğin, farmakolojik tedavi seçeneği de aşırı öfke ve sinir duyguları problemi yaşayan bireyler için değerlendirilebilir. Farmakolojik tedavi, ilaçların kullanımı ile gerçekleştirilen bir tedavi yöntemidir ve bu yöntem aşırı öfke ve sinir duygularını azaltmaya yardımcı olabilir. Ancak, farmakolojik tedavi seçeneğinin etkili olup olmayacağı da bireylerin kişilik yapıları, yaşadıkları problemler ve benzeri faktörlere göre değişebilir. Bu nedenle, aşırı öfke ve sinir duyguları problemi yaşayan bireyler, doktorlarının yönlendirmesiyle hangi tedavi yöntemlerinin daha işe yarayacağı konusunda danışabilirler.

 

Özetle, aşırı öfke ve sinir duyguları problemi yaşayan bireyler için, psikoterapi ve farmakolojik tedavi seçenekleri gibi farklı tedavi yöntemleri değerlendirilebilir. Ancak, hangi tedavi yönteminin daha işe yarayacağı bireylerin kişilik yapıları, yaşadıkları problemler ve benzeri faktörlere göre değişebilir. Bu nedenle, aşırı öfke ve sinir duyguları problemi yaşayan bireyler, doktorları ve terapistlerinin yönlendirmesiyle hangi tedavi yöntemlerinin daha işe yarayacağı konusunda danışabilirler.

Mert Özaydın

Doğaya duyulan derin özlem.

 

Doğa diye isimlendirdiğimiz koca evren ve insan doğası diye tanımladığımız habitat. İki büyük oluşum birbirini başlatan, yücelten ve yok eden müthiş mekanizmalardır. Varlığın ve yokluğun tanımıdır. Büyük bir ormanın içindeyken ya da bir manzara resmine bakarken doğanın büyüklüğü ve muhteşemliği karşısında büyüleniriz. O anda çok karmaşık ve tanımlanması zor birçok duygu ve düşünce oluşur. Yaşamı ve ölümü aynı anda hissederiz. Varoluşu ve hiçliği hayal ederiz. O kocaman evrenin içindeki küçüklüğümüzü ve aynı zamanda kısacık hayattaki nefeslerimizin eşsizliğini fark ederiz. Bastığımız yerin ne kadar da fazla deneyime sahip olduğunu hisseder ve varoluş karşısında boyun eğeriz.

 

Tüm bu his ve düşünceler ve fazlası aslında durup etrafımıza baktığımızda zihnimizde oluşanların küçücük bir parçası bile etmeyebilir. Fakat bu yoğun duygular aynı zamanda tarifsiz bir huzuru da ikram eder bize. Küçük, ufacık bir tebessüm ve derin bir nefes ile başımızı yukarı doğru kaldırıp anlamı ararız. Anlam yüklediğimiz onca kavram aynı zamanda anlamsızlaşır.  Verimli toprakları ve doğa anayı seyrederken bize sunulan bolluğu ve bereketi kanıksarız. Aynı zamanda bir suçluluk da kaplar içimizi. Hem doğaya hem kendimize hem de tüm varoluşa. Acaba gerektiği kadar sorumluluk alabildik mi kendimiz ve varoluşumuz için? Sorgulamalar beraberinde suçluluk ve bağımsız olma arzusu getirir. Her şeyden ve herkesten bağımsız olmak. Baktığınız ve gördüğünüz muhteşem manzara sizde, “oralı” olma isteği uyandırır. Orada kalmak orada yaşamak arzusu. Tüm o karmaşadan ve kaostan uzakta sadece doğa ile ve varoluş ile baş başa ve teslim olarak yaşamak istersiniz. Zihnimizi mevcut kurgulanmış gerçeklikten ne kadar ayrıştırabilirsek o kadar fazla isteriz oralı olmayı. Fakat bilmediğimiz ya da unuttuğumuz bir gerçek vardır ki biz zaten oralıyızdır.

 

Zaten istediğimiz arzuladığımız kendimizi evimizde ve güvenli hissettiğimiz yegane yer zaten orasıdır. Biz insan eliyle bile isteye kendi memleketimizden kendi gerçek yuvamızdan ayırdık kendimizi ve şimdi de kurgulanmış bu kaosun içinden yılgın gözlerle özlem ve hasret duyuyoruz baktığımız eski evimize. Eski evimiz hala taze ve diridir. Eski evimizde hepimize yetecek kadar geniş arazi ve kaynak mevcuttur. Biz ise kendi elimizle oluşturduğumuz küçücük alanlarda üst üste sığışmak için ölüm kalım mücadelesi verme peşindeyiz. Gariptir. Beş odası olan bir eve sahipken tüm geniş ailenin evin en küçük odasında sıkışarak yaşamaya çalışması gibi. Bir de bu durumu o kadar çok kanıksamışız ki o küçücük odaya sığışmak ve orayı daha elverişli hale getirmek için türlü teknoloji ve çözüm yolları da geliştirmişiz. Katlanır masalar, yataklar gibi dar alana sığmak için yaratıcı fikirler günümüzde oldukça revaçtadır.  Koca evren diyoruz. Koca evreni bırakalım yaşadığımız dünyamızda bile o kadar çok yaşanılabilir boş arazi varken biz yine küçücük alanlara sığmaya oralarda azıcık oksijeni idareli kullanmaya çalışıyoruz. Evren dedik, dünya dedik hadi biraz daha kadrajı yakınlaştıralım, yaşadığımız ülke içinde bile daha konforlu hareket edebileceğimiz o kadar geniş araziler varken biz yine aynı öğrenilmiş çaresizlik kitabını tekrar tekrar okumaya ve gelecek nesillerimize anlatmaya devam ediyoruz.

 

Evet gelişmiş teknolojilerin ve yaşamı kolaylaştıran birçok imkanın ve seçeneğin bulunduğu kalabalık metropollerin getirdiği rahatlıkların da farkında olmak gerekiyor, inkar edemeyiz. Sadece teraziye koyulduğunda kümülatif değerlendirmede ortaya yine mutsuzluklar çıkmaktadır. Bu mutsuzluklara çözüm üretmek ve gelecek nesli mutsuzluklar üzerine inşa etmek yerine umut ve huzur tohumları ekmek gerekmektedir.

 

Uzman Psikolog H. Mert Özaydın

YAŞAM BİÇİMİNİZİ ŞİMDİ SİZ TERCİH EDİN

HEM DE HİÇ ÜCRET ÖDEMEDEN!

 

Herkes birbirine düşman, kimse kimseyi alttan alamıyor ya da almıyor. Sevmeye çalışmıyor ve kendinden saymadığı gibi bir de aşağı görüyor. Nefret üzerine inşa edilmiş bir düzende birlik olmaya çalışmak, aile olmaya, takım olmaya çalışmak ne kadar da zor. Herkes kendi hayatını sonsuz zannediyor ve sonsuz kibirle kendinde olup etrafındaki insanlarda olmayanlara dikkat kesiliyor.

 

Acaba gerçekten bir gün huzur içinde uyuyup uyanabilecek miyiz? Huzursuzluk içinde uyuyup sonsuz uykuya geçmeden umarım bu deneyimi yaşayabiliriz.

 

Evet kimse kimseye mecbur değil, kimse kimsenin derdine ya da neşesine ortak olmak zorunda da değil. Saygı ve sevgi çerçevesinde diyorduk ya hani, aslında sadece bu asgari seviyeyi tutturabilsek dahi kafi olabilecekken son yıllarda bu alt seviyeden bile oldukça uzaklaştık. Ayrıştıkça bölündük, bölündükçe yalnızlaştık ve yalnızlaştıkça diğerine kızdık. Neden bizi kabul etmedi ya da neden bizi de diğerini sevdiği gibi sevmedi diye. Bu öfke silsilesiyle baş başa kalmış, her anını bu öfkeyle yaşayan insanlarla doldu sokaklar ve evler.

 

Herkes mutsuz herkes sinirli ve tahammülsüz. Mutlu olmak lüks olmamalı. Mutlu olmaya çalışmak da lüks olmamalı. Etrafınızdaki insanlar size “Nasılsın?” diye sorduğunda gönül rahatlığıyla “İyiyim.” diyemiyorsunuz. Kendinizi iyi hissetmeyebilirsiniz, fakat iyi hissetseniz dahi biliyorsunuz ki karşınızdaki kişi de diğerleri gibi mutsuz olabilir bu yüzden sanki sizin iyi oluşunuz bir yük ya da suçmuş gibi hissettiriyor.

 

Mevcut problemlerin sorumluluğunu ona buna atmaya oldukça meyilliyiz. Bazı toplumsal konularda tek başınıza bir şeyleri değiştiremiyor olabilirsiniz buna hak veriyorum fakat bireysel olarak kendi yaşantınızda da mı hiçbir şey değiştiremiyorsunuz? Hiç mi bir şeyleri yoluna koyacak gücümüz yok? Değiştirebileceğiniz yerden başlayın. Bırakın yapamayacaklarınıza odaklanıp kendinizi çıkmaza sokmayı. Yaşadığımız hayatta her şeyin karşılığı para, ve belki de çok para, biliyorum. Bu vereceğim emsal klişe olarak algılanmasın, klişeyse de denemeden bilemeyiz içinde yatan anlamı. Düşünce şeklinizi değerlendirin. Hayata nereden bakıyorsunuz? Olumsuzluklara, yapamadıklarınıza ve gelecekte de yapamayacaklarınıza mı odaklanıyorsunuz yoksa elinizde olan imkanlar dahilinde en iyi neleri gerçekleştirebileceğinize mi? İkisini de tercih etmek ve uygulamak bedava. Hiçbir ücret talep edilmiyor, iki yoldan birini tercih edebilirsiniz. Sadece aklınızdan geçenleri şöyle bir gözden geçirin ve motivasyonunuzu düşüren, hayatı olumsuz görmenize sebep olan virüslü bakış açısını kendi gözlerinizle görün. Siz kendinizi nerede ve nasıl görüyorsunuz ya da görmek istiyorsunuz? Başlangıcı buradan yani kendinizden yapın. Herkes başkalarının gündemi ve hayatıyla meşgul, sosyal medyanın etkisinden bahsetmiyorum bile… Bırakın diğerlerini, kendinizi başkalarıyla kıyaslamaktan vazgeçin ve elinizde olana ve gerçekten yapabileceklerinize odaklanın. Eğer kıyaslamalardan ve diğerlerinin yaşantılarından sıyrılabilirseniz kendiniz ve hayatınız adına önünüzde hiçbir engel kalmadığını göreceksiniz. Kendi motivasyonunuzu yaratmak bu kadar imkansız değil.

 

Herkesin öncelikle hayat yolculuğunda tek başına olduğunu kabul etmesini tavsiye ederim. Bu düşünce beraberinde bencilliği doğurabilir, doğursun. Belli seviyede bencilliğe hepimizin ihtiyacı var. Kendinizi düşünmeden diğerleri adına bir şeyler yapmaya çalışırsanız diğerleri ilerler ve siz olduğunuz yerde kalırsınız.

 

  • Eğer bir şeyler için mücadele edecekseniz bu sizin hayatınızla ilgili bir mücadele olsun.

 

  • Eğer bir konu hakkında canhıraş tartışacaksanız gerçekten özgür iradenizle içselleştirebildiğiniz bir düşünce ya da görüş için tartıştın.

 

  • Eğer bir şeyler uğruna kendi hayatınızdan ödünler verecekseniz bu ödünü yine gerçekten kendi istediğini şeyler ya da kişiler uğruna verin.

 

Başkalarının size empoze ettiği ya da etmeye çalıştığı görüş ya da kişiler uğruna değil.

 

Hayatınız bitmemiş cümlelerle doluysa bu cümlelere öyle ya da böyle bir nokta koyun ve yeni sayfaya geçin. O eksik kalan cümleler bir noktaya ulaşmadığı taktirde zihninizde yeni bir şeyler düşünmek ya da kendinizi geliştirmek için bir boşluk bulamayacaksınız ve bu da sizin kendi kendinizi tekrar etmenize sebep olacak.

 

Yolculuğunuzda birçok olumsuzluk olabilir, varoluş bunu gerektirir. Olumsuzluk olmazsa neyi ne kadar geliştirmeniz ya da hangi konuda ne kadar güçlenmeniz gerektiğini göremezsiniz. Fakat bu olumsuzluklar karşısında yukarıda da bahsettiğim gibi hangi düşünce şeklini kabul ettiğiniz sizin sorumluluğunuzda. Olumsuzluklara takılıp kalmak da edindiğiniz deneyimin size kattığı gücü hissedip yeni deneyimlere yelken açmak da sizin sorumluluğunuzda ve ücretsiz. Para harcamadan sahip olabileceğiniz bu deneyimlerden hangisini seçeceğinize şimdi siz karar verin ve uygulayın.

 

 

 

Uzm. Psikolog Mert Özaydın

NEREDEYSE GERÇEK!

 

Online Yaşam ve Metaverse

 

Yakın zamana kadar sosyal medyada geçirilen zaman sadece zaman kaybı ya da çocukların ve gençlerin bireysel sorumluluklarını yerine getirmelerine engel olan bir aktivite olarak görülmekteydi.  Şimdi ise durum daha karmaşık ve toplumsal hastalıklara zemin hazırlayacak boyuta ulaşmış bulunmaktadır.

 

İnsan beyni düşünsel yapı olarak gerçek ve hayal arasında ayrım yapamaz. Daha doğrusu hayal edilen, zihinde canlandırılan düşünce ya da olayları kişiye gerçekmiş gibi hissettirebilir. Çok mutlu olduğunuz bir gününüzü, gururlandığınız, başarılı hissettiğiniz bir anı hatırlamaya çalıştığınızda geçmişte o gün yaşadığınız duygu ve düşünceleri hatırlar ve hissedersiniz. Aynı şekilde çok üzüldüğünüz, bir kayıp yaşadığınız ya da sizi travmatize edecek bir hatıranıza odaklandığınızda ise aynı kaygıyı, korkuyu hissedebilirsiniz. Hatıralar zihnimizin bir köşesinde yer almaya ve var olmaya devam ediyor. İnsanlar bu hatıraları ne kadar çok düşünürse geçmişte yaşadıkları duygusal ve düşünsel tecrübeler aynı oranda bugün de hissedilebilir.

 

Peki gerçek & hayal ile sosyal medya ile gerçek yaşantı arasında ne gibi bir bağlantı kurulabilir? İki konunun ortak noktası insanın düşünce biçimidir. Maruz kalınan konu ne ise insanın konsantre olduğu konu da o olacaktır. Çok fazla bilgisayar oyunu oynayan bir birey düşünelim. Bu kişinin yüksek ihtimalle günlük yaşantısında oynadığı oyun sürekli aklında olacak ve tekrar o oyunu oynamak için zaman kollayacaktır. Zihni bu konu ile meşgul olacaktır. Bir adım ötesine baktığımızda yine yüksek ihtimalle bu kişi rüyalarında da o çok sevdiği ve oynamaktan keyif aldığı oyundan kesitler görecektir. Gerçek dünyada var olmasına rağmen zihni, sanal ortamda yarattığı bir oyun karakteri ile ve o sanal dünyadaki meşguliyetleri ile dolu olacaktır.

 

Kişinin sanal dünyadaki varlığı ne kadar belirgin ise gerçek dünyadaki varlığı bir o kadar belirsiz olabilir. Sanal dünya tanımı, oynanan online oyunlarını, online yayıncılık platformlarını ve takipçilere içerik sunulan platformları kapsamaktadır. Hepsinde var olma şekli farklı olmakla birlikte insanın psikolojik ve fizyolojik sağlığı üzerindeki olumsuz etkisi neredeyse aynıdır.

 

Günümüzde yeni jenerasyon için oldukça cazip görünen online platformlar ve sanal yaşam algısı, son günlerde sıklıkla gündeme gelen ‘Metaverse’ teknolojisi ile pekiştirilmeye ve insanların gerçek yaşamlarının neredeyse tamamını online dünyalara taşıma hedefi gütmektedir. Metaverse evreni kısaca, online oyunlarda olduğu gibi kullanıcıların karakterlerini istedikleri yönde kişiselleştirebilecekleri ve özgürce dolaşım sağlayarak işlerini yönetebilecekleri, sosyal etkinliklere katılabilecekleri ve ifade edildiği üzere maddi kazanç elde edebilecekleri bir sanal dünya olarak tanımlanabilir.

 

Nesiller arası bir problem olarak algılanan teknolojik devrimler, yeni jenerasyon için müthiş bir oryantasyon hızı ile sorgulanmadan kabul edilen bir yazılıma dönüşmüş sayılabilir. Bireysel ve toplumsal yaşam biçimlerinin hızla değişim göstermekte olduğu bu sürece tanıklık etmek bir yandan evrimleşen insanın teknolojik imtihanlarını izlemek açısından heyecan verici olsa da insanın temel ihtiyaçlarının doyurulması noktasında büyük bir endişe yaratmaktadır.

 

Üniversite okuyup herhangi bir bilim alanında meslek icra etmek gibi amaçlar yavaş yavaş yeni jenerasyon kümesinin çoğunluğunun zihninden yok olmaya başladı bile. Günümüz ebeveynleri açısından bu ritme ayak uydurmak ya da bu teknolojiyi kontrol etmeye çalışmak hiç de kolay görünmüyor. Çocukların bu meşhur uygulamalara erişimine çeşitli baskılarla engel olmaya çalışmak maalesef çocuklar açısından o uygulamaları daha da cazip hale getirmektedir. Çocukların tüm davranış değişim süreçlerinde olduğu gibi yasaklanan veya elinden alınmaya çalışılan her şey onlar için ulaşılmak istenen daha büyük bir haz odağına dönüşmektedir. Dolayısıyla kurulması gereken denge oldukça önemlidir.

 

Mevcut gelişimlerin sadece çocuklar açısından değil tüm toplum açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü oluşan yeni davranış ve yaşam biçimi toplumun tamamen online ortama adapte olduğunu göstermektedir. Bu genel değişim gerçeklik algısında ciddi bozulmalar yarattığı gibi hazzı erteleme konusunda başarısızlık ve dikkat & konsantrasyon sürelerinin azalması gibi farklı olumsuz etkiler de yaratmaktadır.

 

Gerçek yaşam, gerçek duygular ve deneyimler önümüzde sokakta ve her yerdeyken, müthiş büyük yatırımlar ile oluşturulan ve geliştirilmeye devam eden teknolojik devrimlerin yakın zamanda bize sunacağı en büyük reklam sloganları ise “Gerçek dünyadaki gibi görün!” ya da “Gerçekten dokunuyormuş gibi hissedin!” gibi mottolar barındıracaktır. Tüm bu teknolojik -gelişim- evrimleşen insanın varoluşunu sürdürmek için gerek duyduğu ve arzuladığı bir süreç mi yoksa toplumların kontrolünü merkezileştirmeyi isteyen yönetimsel organizasyonlar mıdır bilinmez. Fakat ön görebileceğimiz tek şey; mevcut uyum sürecinde insanların yalnızlıktan, görülüp duyulamamaktan, sevip sevilmemekten kaynaklı birçok psikolojik sorunun ve gerçeklik algısında oluşan bozulmalardan dolayı ise psikiyatrik & zihinsel hastalıkların çoğalması olacaktır. Zor olan yakın gelecekte bu problemlerin ortaya çıkacağını ön görmek değil; bu denli geniş çapta yaşanacak toplumsal sorunlar ile nasıl baş edileceğidir.

 

Uzm. Psikolog Mert Özaydın

 

Toplumun Psikolojik İntiharı

Bir bütünü bütün yapan şey parçaların birbiri ile olan uyumu ve tutarlı olarak birbirilerini tamamlama çabasıdır. Bir aile, bir şirket, bir futbol takımı, bir müzik grubu, bir arkadaş grubu hepsi birer bütündür. Bütün olma motivasyonları ise birbirlerine saygı duymaları, birbirleri ile birlikte hareket etmek istemeleri ve genel olarak sınırların farkında olmalarıdır. Toplum da bir bütündür ve ancak aynı senkron içinde hareket ederse bütünlüğünü koruyabilir.

Genel gözlem olarak bütünlüğün zaten artık eskisi kadar kuvvetli olmadığını hepimiz fark edebiliriz. Ancak bu domino taşı etkisi acaba nereye kadar devam edebilir? Toplumu dinç ve bir tutan çoğu değer yeni nesil tarafından neredeyse bilinmiyor, hatta duyulmamış bile olabilir. Çünkü artık herkes sadece yaşam mücadelesini düşünüyor. Herkes bütüncül bir bakış açısından sıyrılıp bireysel bakış açılarında yaşamlarını sürdürme çabasında. Bakın belirli bir kesim için söylemiyorum, özellikle altını çizerek herkes diyorum. İstisnai durumlar varsa da kaideyi bozamıyor gördüğümüz üzere.

Farkında olmamız gereken ve aslında sürekli gündemimizde tutmamız gereken çok kritik bir konu var. Toplumsal değerler yitirilmeye başlandıkça, aslında bastığımız zemin sağlamlığını yitiriyor. Sistem birbirine bağlı çarklar bütünüdür. Bir çarktaki sorun sistemin tamamına etki etmektedir ve bugün görüyoruz ki sistemdeki çarkların birçoğunda problem var. Eğitim sisteminden çalışma hayatına yeni neslin beklentileri çok farklılaştı. Şu anda ilkokul, ortaokul ve lise döneminde öğrenci olan gençlerimizin çoğunun hedefinde bilimle uğraşmak yok, onlar Tiktok, Instagram, Twitch, Youtube gibi platformlarda fenomen olmayı diliyorlar. Ve hatta şimdiden geleceklerine yatırım yapmak için kendilerine takipçi kazanmak adına içerik oluşturma gayesindeler. Tartıştığımız konu ve bugünün şartlarını yan yana koyduğumuzda neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar vermek hayli zor. Fakat genel olarak bakıldığında bu bakış açısı okula, öğretmene, eğitim sistemine, hazırlık sınavlarına, ders çalışma disiplinine ve bu minvaldeki değerlerin ve öğelerin tamamına doğrudan hasar vermektedir. Okullarda öğretmen öğrenci ilişkileri her gün daha da dejenere olmakta ve sistem buna müsaade etmektedir. Alan da veren de razı olmamalı bu durumdan.

Bu konuya sadece eğitim hayatı olarak bakmayın. Aile içi iletişimlerde bozulmalar, çocukların istismarlara karşı daha savunmasız olması, rant sağlamak adına zorbalığın en üst seviyelere ulaşması, genel akademik başarı seviyesinin düşmesi, izlenmek & dinlenmek adına sözel & fiziksel şiddet davranışlarının artması, ergenlik dönemi depresyonlarının artması, cinsel gelişim ve cinsel yönelim konuları hakkında yanlış bilgilendirilmeler gibi sayabileceğimiz onlarca belki yüzlerce farklı çıktısı olan bir konudan bahsediyoruz.

Sosyal medya ve dijital yaşam konuları gençlerde eğitim sistemine karşı bazı yargılar oluşturmaya devam ederken yetişkinlerin hayatlarında da çeşitli olumsuz deneyimler yaratmaya devam etmektedir. Yetişkinlerin içine hapsolduğu sosyal medya ve sosyal iletişim kanalları artık gerçek hayatta iletişim kurmaya isteksizlik, kendini ortaya koyma konusunda kaygılanma, duygularını ifade etme konusunda çekimserlik gibi farklı noktalara etki etmektedir. Genel olarak bakıldığında farkında olsak da olmasak da sosyal medya hayatlarımızı ele geçirmiş durumda. Sosyal medya insanları duygusal olarak istismar etmektedir. Duygularımızın azalarak yok olmasına zemin hazırlamaktadır.

Tüm bunların sonucu olarak ise ortaya panik bozuklukları, depresyonlar, yoğun anlamsızlık hissi gibi belirtiler çıkmaktadır. Kaos nedir? Kaos tam olarak içinde bulunduğumuz kargaşa halidir. Yeni nesil kendini sahipsiz hissedip oradan oraya savrulurken onları yetiştiren kuşak kendi yaşam mücadelesinde (mecburen) boğuşmakla meşgul. Aralarında köprü yok, yeni kuşak ne bekler ne ister bilmiyoruz. Nesiller arası kopukluğun bu denli yüksek olması toplumsal değerlerin yok olması için maalesef uygun zemin hazırlamıştır. Toplumda herkesin bir derdi var fakat son noktaya kadar kimse durumu toparlamak ya da iyileştirmek için adım atmıyor. İşte bu toplumun psikolojik olarak çöküntüye uğraması için en büyük sebeptir. Akıl ve ruh sağlığı konusunda yapılan bilinçlendirme çalışmalarının çok daha fazla yaygınlaştırılması gerekmekte olup aynı zamanda her bireyi bu anlamda takip edebilecek aile hekimi uygulaması örneğindeki gibi aile psikologları kadrolaştırılmalıdır. Ancak bu şekilde genel bir psikolojik kalkınma programı ortaya konmalıdır. Problemin saptanması için önce problemin ne olduğunu verisel olarak saptamamız gerekir. Aile psikoloğu uygulaması gerçekleştirildiğinde her bireyden alınacak lokal veriler toplamında ortaya toplumsal psikolojik değerler verileri çıkacaktır. Bu veriler doğrultusunda atılacak adımlar çok daha hedef odaklı ve tasarruflu olacaktır.

Yakın gelecekte psikoloji konusunda çok daha farklı konuları tartışacağımızı düşünüyorum. Herkesin, attığı adımda danışmak isteyeceği, sorumluluğu paylaşmak isteyeceği ve bir nebze bağımlı hissedeceği bir psikolog ihtiyacının doğacağını düşünüyorum ki günümüzde de durum yavaş yavaş bu senaryoya dönmeye başladı. Fakat yakın gelecekte psikolojik sağlık olarak toplumsal bir kaosun bizleri beklediğini ve bu duruma hazırlık olarak da akıl ve ruh sağlığı konularında herkesin çok dikkatli olmasını öneriyorum. Temellerimize değerlerimize bir adım bile daha fazla yaklaşmak psikolojik iyileşme açısından çok değerlidir.

 

Uzm. Psikolog Mert Özaydın

Meaning Of Life Akademi

Psikolojik Danışmanlık ve Eğitim Merkezi